Hippilerin yaşadığı Pirene dağlarından Barselona’ya gitmenin bir yolunu bulmalıydım. Zaten bir otostop ustası olan Gautier bana akşam oturup “otostop çekme” dersi verdi. Haritanın başına oturup nerden nereye gitmem gerektiğini söyledi, notumu aldım. Rotam Mirepoix, Carcassonne, Perpignan ve sonunda Barcelona’ydı. Gautie ertesi gün beni erken saatte dağlardan Foix’e bıraktı ve otostop macerası başladı.
Daha bekleyeli bir kaç dakika olmamıştı ki yaşlı bir amca beni aldı. Yolda giderken çat pat İngilizcesi ile Türkiye’den bahsettik. Daha önce tatile gelmişti Türkiye’ye. Sırf benim için çalıştığı yerden daha da ilerleyip, inmem gereken yerde bıraktı beni. Bir sonraki hedef için tekrar bekliyordum ki yine 1-2 dakika içinde bir başkası durdu. İngilizce bilmediği belli olan bir adam Fransızca bir şeyler söyledi ve ben tek bildiğim cümle ile “Je ne parle pas Français”, Fransızca bilmiyorum diyerek cevap verdim. Ve öyleyce suskunca yolumuza devam ettik. Çok enteresan bir an olduğunu itiraf etmeliyim. Yan yana seyahat ediyorsun ve iletişim kuramıyorsun.. Öyleyce vardık Perpignan’a.
Hayal Kırıklığı
Bir sonraki durak Barselona’ydı ki, ben gayet rahat, o ana kadar beklemeden süper insanlarla karşılaşmış olmanın refahıyla gişelerde Barselona’ya giden yol arkadaşımı beklemeye başladım. Çok kalabalık, çok araç geçiyordu ama bir kişi bile durmuyordu. Allah Allah… Bu işte bu yanlışlık olmalı.. 15 dakika.. 20 dakika.. Hala duran yok. Önceden hazırladığım otostop kartonunu çıkardım koca “Barcelona” yazdım, bekledim, yine yok. Beklediğim yerde sıra olmuş bir sürü kamyon ve tırlar… Kafamı kaldırdım, tır şoförüne sordum “Acaba yanlış yerde mi bekliyorum?”, Romen şoför “yok” dedi. Dedim “nereye gidiyosunuz?”. “Barselona’ya, şimdi öğle molasındayım, saat 1’de hareket edeceğim”. Saat 1’e bir buçuk saat var. “İyi, o zamana kadar kimse durmazsa sizinle geliyorum” dedim. Ve kimse durmadı.
Tıra tırmandım. Tıra binerekten Gautier’in “kamyon, tır yok” kuralını çiğniyordum ama tırı kendim seçtiğimden ve iki saat bekleyişim boyunca şoförle muhabbetim olduğundan bir tehlike görmedim. Ama yine dört gözle yolu gözlüyor “Neden burdan gittik? Neden şurdan gitmedik?” gibi rahatsız edici sorular soruyordum. Zavallı adam endişemi anlayıp “merak etme” diyip bir şeyler söyleyerek açıklama yapıyordu.
Yol boyu Romen şarkılar dinledik. Ne kadar bilinmezliğin verdiği bir endişe olsa da keyifli bir yolculuk yaptık. Durdu. “Buraya kadar, burdan sonra şehir merkezine kamyonlar giremez” dedi ve indim.
Hedefe varma
Hala şehre varamadım. Etrafta görünen tek bina bir otele doğru yürüdüm. Tam soru sormak için içeri giriyordum ki bir grup genç dışarı çıktı. Onlara sordum şehir merkezine nasıl gidilir diye. İçlerinden birisi “ben gidiyorum istersen seni götüreyim”.. “Hayhay”…
Barselona’da çalışan Bulgaristanlı bir iş adamı. Bana evinin Türkiye sınırına 40 kilometre olduğunu anlattı, yol boyu muhabbet ettik. İş yerine vardık, ofisine çıktık. Artık Barselona’ydım. Heyecanla açtım mesaj kutumu. Ve Kıvanç’tan gelen mesaj orda duruyordu. Evinde misafiri olduğunu ancak yinede beni ağırlayabileceğini söylüyordu. Telefonla aradım, adresi aldım.
Metroya atlayıp bana söylediği durakta indim. Beni durakta karşıladı. Evde gerçekten benden başka 2 misafir daha vardı. Ev arkadaşı Avrupalı olduğu su götürmez, bol tişörtü ve pijamavari pantolonuyla hayli ilginç bir İtalyandı.
Gracia Festivali
Şansıma vardığım gün festival zamanıydı Barselona’da, sokaklar cıvıl cıvıl. Kıvanç arkadaşlarıyla dışarı çıkacağından, ben de bu ilginç İtalyanla gittim festivale. Sorduğum soruyu tekrar eden, uzun süre düşünüp cevap veren bu tuhaf İtalyanın çok zeki olmadığını düşünüyordum ki, sonradan İngilizce bilmediğini farkettim.
Nedense bende Avrupa’da herkesin İngilizce konuşabildiği kanısı vardı. Ben konuşuyorsam Avrupalılar hayli hayli konuşuyordur. Meğer değilmiş.
Mutlu Son
Eşimle böyle tanıştım. Yaklaşık iki buçuk yıl sonra bu tuhaf İtalyanla Adana’da evlendik. Sonraları İngilizcesini baya ilerletti.
Nasıl tanıştınız sorularına kısaca Barselona’da diye cevaplıyorum, ama asıl hikayeyi anlatacak olsam Fransa’nın vizemi reddiyle başlayıp, Budapeşte ve Prag‘dan, Paris’te parasızlıktan, hippilerle yaşamdan, otostopa kadar anlatmam gerekecek.
Bu en sevdiğim hikayelerden…
Enteresan ve hoş bir tanışma hikayesi 🙂