Keşif başlıyor…
İlk yurt dışı seyahatim olan Hırvatistan neredeyse tesadüf sonucu vardığım bir ülke oldu.
Couchsurfing gezgin topluluğuyla tanışmamın hemen akabiydi. Farklı yerlerden gelen farklı düşünceli insanlarla tanışmam anında ufkumda bir genişlemeye ve yakın zamanda olan Hırvatistan’daki kampa hemen “evet” dememe sebep oldu.
Kendim için büyük ama birçok insan için oldukça anlamsız bir adımdı belki. Ama ben 25 yaşında tek bir bayan olarak yurt dışına gitmenin hazzını yaşıyordum. Ama duyduğum bu gurur kamptaki insanların “yurt dışına çıkmak için neden 25 yaşına kadar bekledin” demesiyle son buldu. Nasıl anlatayım şimdi “arkadaşım, biz de bu yaştaki çoğu kız komşu şehre bile gidemez, biz korumacı bir milletiz” diye. Ama bu düşünce ve yorumlar, “diğer”lerini tanıdıkça, kendimi ve kendi kültürümü de tanımamı sağladı.
İlk şoku Zagreb’de havalimanından inip şehir merkezine gittiğimizde geçirdim. Şehir merkezinde, çift yolların geçtiği koca bulvarlarda bir kişi yoktu yer soracak. Her saat vızır vızır insanların olduğu, omzuna birkaç darbe almadan yürüyemeyen İstanbul sokaklarından gelen biri için bu boşluk hayli şaşırtıcıydı. Ama 15 dakika geçmemişti ki, yolun karşısında yer soracak bir adam bulduk ve yolumuza devam ettik. Toplamı 4 milyon olan ülkenin sokakları nasıl olabilir ki.. Sonra öğrendik ki hafta sonu millet denize gidiyor ve şehirde insan azalıyormuş.
Trenle Hırvatistan’ın doğusundaki Osijek şehri ve sonra otobüsle Valpovo kasabasına vardık. Hiç de turistik olmayan, gayet küçük sevimli bir kasabaydı Valpovo. Ama beni değiştirecek olan şehirden çok orada yaşadığım tecrübeler ve tanıştığım insanlar oldu.
Bu kamp, her sene bir müzik festivali olan Fuzija için düzenlenmiş bir etkinlikti. Gelenler için çadır kurulmuş, organizatör Ana bizimle ilgileniyordu. Gelen 10-15 kişiyle çok çabuk kaynaştık. İlk başta en normal kişi ben gibi görünsem de daha sonra “normal”in ne olduğunu çok sorguladığım bir dönem oldu.
Bisikletle Fransa’dan gelen iki Fransız, motoruyla Avrupa seyahatine çıkmış bir İtalyan, otostopla seyahat eden başka bir Fransız, sürekli çıplak ayak yürüyen ve doğal yaşamı savunan bir Alman, kendisini Romanyalı değil ama Transilvanyalı diye tanıtan bir Romanyalı, ben ve başka bir “normal” Türk arkadaş vardık kampta.
Daha sonraki yıllarda o bisikletli iki Fransız’dan birini ve para biriktirip Dünya turuna çıkan motorlu İtalyan’ı İstanbul’dan geçerken evimde ağırlayacak, otostop çeken diğer Fransız’ı güney Fransa dağlarında hippi topluluğunda yaşarken ziyaret edecektim.
Bu insanlarla ve yeni bir ülkede olmanın verdiği bir kültür bombardımanıyla birlikte, bu gezi benim İngilizce seviyemi de ölçtü ve farklı ülkelerden insanlarla da konuşabilmenin ilk adımını attığım yer oldu. Ve ondan sonraki yıllarda bana İngilizce nasıl öğrenildiği sorulduğunda cevap olarak, dilbilgisi eğitiminden sonra dil öğrenmenin asıl yolunun kendini zorlayarak sadece konuşmak, pratik yapmak olduğunu söyledim ve söylemeye devam edeceğim.
Hırvatistan..
Kendimi keşfetmeye başladığım ve sonrasında bu öğrenme ve keşfetme bağımlılığının tohumlarının atıldığı yer.
Ya sen? Kendinle hiç tanıştın mı?
Hırvatistan’ı ülkemizde kaç kişi merak eder diye düşünürken fotograflar görmem ve makaleni okumamla aslında yıllarca bize cennet vatan ülkemiz diye yutturulduğumuzu anımsadım. Galiba herkese kendi çöplüğü cennet görünürmüş, Teşekkürler Ozzy 🙂
Teşekkürler Mustafa 🙂
Onu ben de sonradan çok düşündüm. Ülkemizde tabiki çok güzel yerler var, güzel bir coğrafya, ama bize öğretilen sanırım biraz abartı. Öyleki ben Türkiye dışındaki heryeri çok kötü hayal ederdim :))
Aslında Hırvatistan’da benim gittiğim zamanlarda vizesiz olduğundan çok rağbet görüyordu, ama sanırım eskisi kadar Türk turist ağırlamıyor. Ama hala Avrupa’da çok iyi turizm reklamları yapılıyor.