Öğretmenlerin 3 değil ama 2 ay tatilleri olduğu doğrudur. Hani şu herkesin özendiği, “öğretmen olmalıymışım beya” dedirttiren tatil. Evet ben de yıllarca iyiki öğretmen olmuşum dedim kendi kendime. Yoksa bu kadar yer görüp insan tanışacak zamanı nereden bulacaktım. (Tam da burada özel sektör çalışanlarını daha fazla kızdırmamak için susuyorum)
Seyahat bağımlılığımın ikinci yazıydı ki ben nereye gideyim diye düşünüyordum. Çok düşünmeye gerek olmadan İstanbul’da tanıştığım arkadaşımın kuzeni olan Aurelie’yi Fransa’da ziyaret etmeye karar verdim. Bu demek oluyordu ki Fransa’ya vizeye başvurmam gerekiyordu.
Bana vize demeyin!!!
Bir çok kişi öğretmenlere kolay vize çıktığını düşünüyordur. Burda bu fikri çürütüyorum; hayır kolay çıkmıyor. Almanya ve Amerika’ya vizeleri reddedilen öğretmen arkadaşlarımdan hiç bahsetmiyorum bile. Kendimden bahsediyorum. Tabi tüm belgelerle başvurdum Fransa Konsolosluğuna. Gişedeki Fransız teyze demez mi “bankadaki bu kadarcık parayla Paris’te nasıl kalacaksın?” Ben Paris’e mi gidiyorum, tabi ki hayır, Toulouse’a gidiyorum. Ama arkadaştan davetiye mektubu almak uzun iş olduğundan, otel rezervasyonu gösterdim. Neden Paris’te gösterdim orasını hatırlamıyorum. Sanırım o zamanlar pek uyanık değildim.
“Teyze biz öğretmen milletinde para ne gezer, bak kredi kartım var, pasaportta bir sürü vize var. Gider gezer gelir, yıl içinde kredi kartı borcumu öderim” desem de pek inandırıcı gelmedi galiba. Ertesi gün pasaportta ret cevabını aldım.
Daha eve varmadan otobüste arkadaşlarla telefonda tartışarak hangi ülkenin vize almada en kolay olduğuna karar veriyorduk. Ama önce o ret sebebini gidermeliydim: Para. Çok enteresandır ki o zaman henüz bir kez görüştüğümüz ve beni doğru dürüst tanımayan ama sonraları en iyi ve en güvenilir arkadaşlarımdan biri olacak olan, yine benim gibi öğretmen İlker arkadaşım hop diye hesabıma para yatırdı. Ve ertesi günü ben Budapeşte’ye gerçekten bilet almış olarak kendimi Macaristan Konsolosluğu’nda buldum.
Budapeşte
Bir hafta sonra aklımda hiç yokken ve hiçbir şeyini bilmeden Budapeşte’ye gidiyordum. Orada gitmeden iletişim kurduğum ama henüz tanışmadığım Adanalı bir hemşerimde kalacaktım. O ve aynı iş yerinde çalışan arkadaşı beraber geldiler. Ara sıra yolculuklarımda karşılaştığım enteresan olay oldu: Adanalı hemşerimin yanında gelen Adanalı arkadaşla aynı mahalleden çıktık, babası benim gittiğim okulda tanıdığım bir matematik öğretmeniydi. Ne tuhaf, Dünya ne kadar küçük!
Don nehrinin ikiye ayırdığı ve birçok köprüyle iki yakanın birbirine bağlandığı Budapeşte şehrinin diğer Avrupa şehirlerinden pek farkı yok. Budapeşte’de tek eksik olan belediyenin yasakladığı sokak müzisyenleri. Bir de müzik olsa şehir tadından yenmez!
5 gün Budapeşte’de kaldığım sürede Patrick de oradaydı. İstanbul’da tanıştığım ve ağırladığım Kanadalı arkadaşım Patrick İstanbul’dan sonra seyahatine devam edip Budapeşte’ye varmıştı ki, sonraki seyahatimize bir süre beraber devam ettik. O da Kanada’daki işinden 1 sene izin alıp bir Dünya turuna çıkmıştı. Asya’dan sonra seyahatininin ikinci yarısında İstanbul’a varmış, sonrasında Avrupa’ya devam ediyordu.
Budapeşte’den sonra sadece 5 saat uzaklıkta olan Prag’a gitmeye karar verdik ve otobüs biletlerimizi aldık. 30 günlük bilinmezliğe seyahatin ilk ayağı böylece tamamlanmış oldu.
3 thoughts to “Plansız programsız yurt dışı seyahate nasıl çıkılır?”